Türk Tiyatrosu

Türk tiyatrosunun tarihi çok yenidir. Yurdumuzda ilk tiyatro, Naum Efendi tarafından İstanbul’da Galatasaray lisesi karşısındaki yapılarda kuruldu. İlk temsiller yabancı kumpanyalar tarafından verildi.



Naum Efendi, 1860’ta ilk yerli kumpanyayı kurdu ve temsiller vermeye başladı. Sonra Gedikpaşa’da kurulan Güllü Agop Tiyatrosunda Türk yazarlarının da eserleri sahneye kondu. 1908 de bazı tiyatro severler “ Sahne-i Osmaniye” adıyla bir tiyatro derneği kurdular. Bu, hem bir okul, hem de bir tiyatro idi. Bu kuruluş, daha sonra “Darülbedayı” adını aldı. Fransa’dan öğretmen aktör getirildi. Türk bayan sanatçıları da sahneye çıkmaya başladı. Darülbedayı, sonradan şehir tiyatrosu oldu.



Cumhuriyetin ilanından sonra, Ankara’da Devlet konservatuarı açıldı. Burada yetişen sanatçılarla Devlet Tiyatrosu ve Devlet Operası kuruldu. Özel tiyatroların sayısı da gün geçtikçe arttı.



Okuduğunuz üzere Türk tiyatrosunun tarihi pek de diğer ülkelerinkine benzemiyor.



Ne ünlü bir yazar, ne de ünlü bir oyun çıkartabildik bugüne kadar.



Ülkemizde tiyatro gerçektende gün geçtikçe düzeliyor, ileriye atılım yapılıyor.



Taksim deki AKM Büyük Salonda geçen sene DT’nin (Devlet Tiyatrosu) sahneye koyduğu Cyrano de Bergerac adlı oyuna tam üç defa gittim. Oyun tam olarak üç buçuk saatti. Yani hayatımın on buçuk saatini o oyunu izleyerek geçirdim. Tek kelime ile oyunu size özetleyecek olursam “mükemmel” diyebilirim.



Sahne çok Avrupa’nın sayılı sahneleri arasında gösterilmekte ve yönetmen Işıl Kasapoğlu gerçekten de sahneden tam olarak yararlanmış. İkinci perde açıldığında sahne bir savaş alanını andırıyor. Aslında “andırmak” deyimi burada yanlış olur çünkü sahne tam anlamıyla bir savaş alanı olmuştu. Siperlerine varana kadar her şey düşünülmüştü. Siper dediysem öyle çuvallar üst üste konulmuş zannetmeyin. Sahne kazma ile kazılmışçasına aşağıya inmişti.



Şimdi size en beğendiğiniz tiyatro sanatçısı desem ne cevap verirsiniz bana?



Tahminen Yılmaz Erdoğan, Ferhan Şensoy yada ünü duyulmuş insanları söylersiniz bana. Tabi aranızdan değişik isimler çıkacaktır ama istisnalar kaideyi bozmaz.



Size bir isim sormak istiyorum. Bülent Emin Yarar desem aklınıza bir şeyler gelir mi?



Yorulmayın ben size tanıtayım kendisini. Cyrano de Bergerac ve Şapka (bu sezon için) oyunlarında rol almıştır desem anlayabilir misiniz? Bir kısmınız dimi. Peki ya bir televizyon kanalında ki Süper Baba isimli dizideki avukat desem. Hemen hemen hepiniz tanıdınız herhalde. Bir tiyatro sanatçısı için en kötü tanınma şeklidir bu aslında. Tiyatro sanatçıları dizilerde boy gösteren mankenlerle ve şarkıcılarla görünmekten haz alırlar mı sizce? Tabi ki de almazlar. Peki onları buna iten sebep nedir? Siz yorulmayın ben söylerim. “Ekonomi”. Televizyon gerçektende çok güzel bir para kaynağı bizler için. Ben bugüne kadar tiyatrodan para kazanan bir oyuncu göremedim. Sizler gördüyseniz bana da haber verin olur mu?



Kendimden bir örnek vermek istiyorum sizlere.



Arkadaşlarımla kurmuş olduğum bir tiyatro topluluğu var. Fakat ne hikmetse oyun çıkartamıyoruz. Peki bunun sebebi nedir?


Ezberimiz mi kuvvetli değil?



Hayır, hepimizin de ezberi kuvvetli.



Oyunculuk?



Oynadığımız oyunlar ayakta alkışlanırdı.



E o zaman neden çıkmıyor bu oyun?



PARA.



Yada sponsor desem daha iyi olacak herhalde. Sponsorlarla görüşmeye gittiğimde kendimi nedense çok kötü hissediyorum. Sanat uğruna dilenmek bu olsa gerek. Lidya’lılar zamanında çok iyi bir iş yaptıklarını zannetmişler parayı bulmakla sanki. Bir de övünürler ya parayı biz bulduk diye.



Her zaman her yerde anahtar kelimedir para. İşte size oyunumuzun çıkmayışının sebebi. Oyunun çıkması için sahne kiralamak lazım. İnsanların karşısında rezil olmamak için bir dekor yaptırmak lazım. Bilet ve afiş de cabası zaten. Bunları yapmak için de malum materyal lazım.



Uzun lafın kısası arkadaşlar ülkemizde tiyatro belli yerlere getirilmeye çalışılsa da her zaman için bir köstek çıkıyor insanların karşısına.



Ben size bildiklerimi aktarmaya çalışıyorum. Her türlü sorunuz için bana e-mail atmaktan çekinmeyin.



NOT: Sanattan yoksun bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK